top of page

7 gece 8 gün İtalya tatili

  • rhomerlife
  • Jul 10, 2024
  • 11 min read

Updated: Oct 30, 2024

Ankara'dan İstanbul aktarmalı Venedik gidiş, Roma dönüş 7 gece 8 günlük tatil planımızı ve tavsiyelerimizi paylaşacağım bu yazı umarım sizler için de faydalı olur.


Baştan söylemeliyim. Bu gezi oldukça yoğun ve çokça yürüme içeriyor. İki gün daha uzun olsa belki daha az yorucu olabilirdi. Ya da her şeyi görüp yemeye uğraşmasaydık.


İlk tavsiyem, eğer imkanınız varsa yaz döneminde değil de bahar ya da sonbaharda bu geziyi yapmanız. Araştırmalarım sırasında da defalarca bu uyarıyla karşılaşmıştım, ama çocukların okul dönemine denk gelmemesi için biz yaz dönemine mecbur kaldık. Çok sıcak ve çok kalabalıktı. Kuyruklar daha uzun ve yürüyüşler bunaltıcıydı. Daha serin bir havada, daha az kalabalık bir dönemde çok daha keyifli olabilirdi.


İkinci tavsiyem ise geziden çocuklarınızla birlikte keyif alabilmeniz için bolca yürümeye dayanabilecekleri bir yaşta bu planı yapmanız. Çocuklarımız 12 ve 18 yaşında olduğu biz çok rahat ettik.


Otelleri agoda ve booking üzerinden iptal edilebilir seçenekler içinden seçtik. Ulaşımın rahat olacağı, temiz ve çok pahalı olmayan otelleri bulmaya çalıştık. Gecelik ortalamamız 4 kişilik oda için 200 euro civarı oldu. Bunlara ayrıca otelde ödediğimiz şehir vergileri eklendi.


Gezimizde mümkün olduğunca bedava görülebilecek yerleri seçtik. Ama gezi boyunca birkaç yer için özellikle kaynak ayırdık.


1.Gün : Yolculuk ve Venedik


İstanbul uçuşumuz sabah 6:30'da olduğu için gece 3:30'da yollara düştük. Arabamızı havaalanından biraz önce yer alan OttoPark adlı park yerine bırakarak, servisle havaalanına geldik. İstanbul havaalanı büyük olduğu için biz arada yeterli süre bırakmayı tercih ettik. 8'deki uçağa da binebilirmişiz. Uçağımız saat 11:30'da kalktı ve 13:00 civarı Venedik'e indik.


Venedik'teki oteller genelde daha eski ve pahalı olduğu için biz ana karada yer alan Mestre'de kalmayı tercih ettik. Valizlerle Venedik içinde yürümek ve köprüleri çıkıp inmek de çok zor olacaktı zaten.


Mestre'de kalacağımız Hotel Vivit'e gitmek için otobüse bindik. Kişi başı 10 euro verdik. Otelimiz Piazza Erminio Ferretto yakınında idi. İnmemiz söylenen durak biraz uzakta kaldı. Muhtemelen daha yakın bir durak vardır. Ama düz kaldırımdan çok zorlanmadan yürüyebildik yine de.


Kesinlikle tavsiye edebileceğim çok temiz bir otel. Bizim çocuklar büyük olduğu için onların yatakları biraz küçük kaldı ama yine de rahat uyudular. Çift kişilik yatak oldukça iyiydi. Kapısız iki bölümden oluşan ferah bir odada kaldık. Klima vardı, ama gündüz oda yeterince soğuduğu için gece ihtiyaç duymadık. Ayrıca avluya açılan bir camın olması da odanın havalanması için çok faydalı oldu. Oldukça sessiz bir oteldi.


Otelin en mükemmel yanı ise kahvaltısı idi. Yumurta, peynir gibi standart kahvaltı ürünlerinin yanında mükemmel tart ve kekleri bayılarak yedik. Taze meyve olması da büyük avantajdı. Otelde ayrıca soğuk su doldurabileceğimiz bir sebilin olması büyük kolaylık sağladı.


Hemen 5 dakikalık mesafede Venedik'e gidebileceğiniz tramvay ve otobüslerin kalktığı ana durak bulunuyor. Biz T1 hattındaki tramvayı tercih ettik. Kişi başı 1.5 euro ödedik. Akşam saatinde oturarak 15 dakika gibi bir sürede Venedik'e geçebildik ama kalabalık saatte her durakta durup yolcu alınca hem süre uzadı hem de ayakta sıkışık bir şekilde gitmek gerekti. Yine de beklediğimden çok daha kolay oldu ulaşım.


Mestre'de bu bölgeyi tercih etmemizin ilk nedeni aslında tren ile Floransa'ya geçmek istediğimiz için istasyona da yakın olmasıydı. Ama sonrasında bu planımız değişti.


Daha önce Lido'da kaldığım bir seyahatim olmuştu. Havaalanından ya da Venedik'ten Lido'ya gitmenin tek yolu Vaporetto. Ayrıca eğer oteliniz indiğiniz yere yakın değilse otobüs kullanmanız ya da yürümeniz de gerekiyor. Eşim de yıllar önce bir seyahatinde Venedik'in içindeki otelini bulmak için gece karanlıkta çok büyük problem yaşamış. O nedenle kesinlikle tavsiyemiz Mestre'de bizim kaldığımız bölgedeki otelleri tercih etmeniz olacak.


Biz 22:15 civarı son tramvayla geri dönecek şekilde ayarladık. Akşamını da görebildik. Daha geç saate kalmak isterseniz daha seyrek işlese de otobüs bulmanız mümkünmüş.


Otelde biraz dinlendikten sonra Venedik'e saat 17:00 gibi gittik. Tren istasyonu Stazione di Venezia Santa Lucia'nın biraz arkasına denk gelecek bir bölgede iniyorsunuz tramvaydan.


Son dakikada operaları araştırırken o gece Venedik Fenice Tiyatrosunda bir gösteri olduğunu farkettiğim için amacımız o bölgeye gitmek oldu. Ne yazık ki ilk gün tecrübesizliği ile yolu epey uzatıp yetişmeye çalıştığımız ve aceleyle yürüdüğümüz, biraz da susuz ve aç kaldığımız için çok keyifli olabilecek bir zaman biraz işkenceye dönüştü.


Oysa Venedik'in en güzel zamanı o saatlermiş meğer. Günün kalabalığının boşaldığı ve kanallar, köprüler ve kiremit rengi binalar üzerinde günün son ışıklarının oyunlar oynadığı çok hoş görüntüler eşliğinde geçirebileceğiniz bir vakit.


Ama biz ne yazık ki bolca kaybolduğumuz için saat 7'ye yetişmeye çalışınca koşturmacadan o keyfi tam yaşayamadık. Venedik kanallar şehri. Bolca köprü var ama her yolun sonunda değil. Bir bakıyorsunuz ki çıkmaz bir yola girmişsiniz, mecbur geri dönüyorsunuz. Yollar kıvrım kıvrım olduğu için de gideceğiniz yönü belirlemek çok da fayda sağlamıyor.


Büyük kanal (grand canal) aslında Venedik'i iki parçaya bölüyor. Ama büyük kanal üzerinde az sayıda köprü var. Biz tramvaydan indiğimizde farketmeden bir köprü üzerinden gideceğimiz alanın karşı yakasına geçtiğimiz için yeniden köprü bulmamız gerekti. Meşhur Rialto köprüsü yerine daha yakın olduğu için Academy köprüsünü seçtik ama oraya ulaşabilmek için de çok fazla yürümek zorunda kaldık.


Google Maps ne yazık ki burada sizi şaşırtıyor. Çünkü aslında kanalı geçmenin bir yolu da arada bazı yerlerde bulunan traghetto, yani gondol duraklarından sırf kanalın öbür yakasına geçmek için gondola binmeniz. Sanırım kişi başı 2 euro civarıymış. Google maps bizi o tür yollara yönlendirdi. Biz zaten gondol gezisi yapmayı planladığımız için tercih etmedik ama sonrasında o kadar dolanmak zorunda kaldık ki seçmediğimize pişman olduk.


Yol üzerinde Ca'Macana adlı Venedik'in ünlü karnavalına özgü maskeler yapan dükkanı gördük. Ucuz şarap için önerilen Bacareto de Lele'nin önünden geçtik ama zaten susuz olduğumuz için çekici gelmedi.


Opera binasını sonunda bulduğumuzda çocuklar çok yorgun oldukları için girmek istemediler. Ama ben bu deneyimi yaşamayı çok istiyordum. Kişi başı 25 euroya 4. kattaki locaların arka sırasından yer bulabildik. Restricted view diye geçiyor, gerçekten de sahneyi görmek neredeyse mümkün değildi. Ama salon içinde başka boş yerler kalmıştı. İsterseniz görevlilere sorup geçmeniz mümkün olur sanırım. Biz sadece yan locaya geçtik. Biraz olsun görebildik. Şansımıza klasik bir opera değil de modern bir yorum çıktı. Ne yazık ki çok fazla keyif alamadık. Aç ve yorgun olduğumuz için arada çıkmak zorunda kaldık.


Ama opera binası mükemmel. Gündüz binayı gezmek için turlar varmış. Tur fiyatının biraz üzerine biz deneyimi de yaşamış olduk. Normal bilet fiyatları oldukça yüksek, ama önceden bir planlama yaparak iyi bir yerden iyi bir gösteri izlemek mümkün olabilir. Venedik'te klasik bir italyan operasını izleyebilmeyi çok isterdim. Yine de iyi ki deneyimledik diyorum.


Çok şık giyinenler vardı ama daha günlük kıyafetlerle gelenler de gördük. Biz çantamıza attığımız gömlek ve elbiseleri geçirdik hemen üzerimize.


Akşamı güzel bir dondurma ve sonrasında bir restoranda pizza yiyerek sonlandırdık. Küçük oğlum gezi boyunca yediği en iyi pizzanın o geceki olduğunu söylüyor. Açlıktan mı öyleydi yoksa ortam mı iyi geldi bilmiyorum ama ona hak veriyorum. Margaritha, sebzeli ve ançuezli olmak üzere 3 pizza aldık. Geniş bir sokak üzerinde sakin bir restorandı. Biz sırf önümüze çıktı diye oturduk. Sonradan adını öğrendik. Trattoria Ca' Foscari al Canton imiş. Şansımıza fena değildi. Bizden sonra gelen birileri rezervasyon yapmadıkları için oturamadılar. Biz geldiğimiz saatten dolayı şanslı çıktık sanırım. Dondurma aldığımız yer de sonradan Roma'da da gördüğümüz G.R.O.M imiş. O akşam aududulu, mangolu ve çikolata parçalı vaniyalı dondurmaları seçmiştik. Özellikle ahududulu olanı çok sevdik. Gerçek meyve tadı aldık.


Yolda dönerken bir kiliseden müzik sesleri geliyordu. Ertesi gün öğrendiğimiz üzere konserler düzenleniyormuş. Sanırım adı Vivaldi Church. O da çok hoş bir tecrübe olabilirdi.


Eğer operaya yetişmeye çalışmasaydık o ilk akşamı günbatımında gondola binerek ve serin saatlerde sokaklarda kaybolmanın keyfini yaşayarak dolaşmak ve geceyi sakin bir akşam yemeği ile sonlandırmak daha iyi olabilirdi.



2. Gün Venedik


İkinci gün güzel bir kahvaltının ardından yola çıktık. Şansımıza otelin biraz ilerisinde bir pazara denk geldik. Hem kıyafet, hem de çiçek tezgahları vardı. Taze çiçeklere çok imrendim.


Tramvaydan indikten sonra hemen yakınındaki vaporetto durağına geçtik. Kişi başı 7.5 euroya bilet aldık. Aslında baştan yine yürümeyi planlıyorduk ama oğlum merak ettiği için o deneyimi yaşamak istedik.


Günlük sanırım 25 euroya istediğiniz kadar inip bineceğiniz şekilde bilet alabiliyorsunuz. Eğer Murano ve Burano adalarına gitmek istiyorsanız o seçenek çok mantıklı. Ama sadece Venedik'te kalacaksanız çok anlamlı gelmedi bize.


Aslında anladığımız kadarı ile bizim aldığımız bilet ile bile 1.5 saat içinde de istediğiniz kadar aktarma yapabiliyorsunuz. Bu yöntemle Venedik'in hemen karşısında San Giorgio adasına geçmek ve oradan Venedik manzarası izleyip geri dönmek istiyorduk. Ama gişedeki kadınla tam anlaşamadığımız için, yeniden bilet alma riskine girmemek adına bu planı uygulayamadık. Tavsiyem bu konuyu araştırmanız olacak. Çünkü karşıdan Venedik manzarası izlemek öneriler arasında yer alıyordu. İmkanınız varsa oradaki San Giorgio Maggiore kilisesinin saat kulesine çıkmak da keyifliymiş.


Biz San Marco meydanına gitmek için Venedik adasının son durağında indik. Vaporetto çok kalabalıktı. Ancak kapalı kısımda yer bulabildik. Dolayısıyla tam anlamıyla deniz keyfi olmadı. Ama kanal kenarındaki oldukça güzel binaları izlemenin en iyi ve belki de tek yolunun vaporetto olduğunu gördük. Bu nedenle vaporetto yolculuğunu kesinlikle tavsiye ederim.


San Marco meydanına indiğimizde öncelikle San Giorgio manzarasının keyfini çıkardık. Sonrasında Doge's Palace adıyla bilinen Palazzo Ducale, yani Dükalık Sarayı yanından geçerek Ponte della Paglia köprüsü üzerinden Bridge of Sighs, yani Ahlar köprüsünü gördük. Söylentilere göre bu köprü adını Doge's Palace'da verilen kararla hüküm giyenlerin köprünün karşı tarafındaki zindana geçerken son kez denizi görüp ah çekmelerinden almış. Ama okuduğum kaynaklardan biri aslında bunun pek de doğru bir hikaye olmadığını söylüyordu.


Biz sarayın içini gezmedik. Hem zamanımız yoktu hem de çok özel olduğunu düşünmedik. İzlediğim videolarda özellikle zindan, ve sarayın içindeki süslemeler etkileyici bulunmuştu.


Biz San Marco Bazilika'sını gezmek istedik. İncelediğim kaynaklar buranın ana kısmının ücretsiz olduğunu belirtiyordu. Ama bu yıl 3 euro giriş ücreti konulmuş. Özel bölümlerini gezmek isterseniz hepsi için ayrı ücret ödemeniz gerekiyor.


Bazilika'ya girmek için kıyafet kısıtlaması var. Şort ve omzu açık bırakan kıyafetlerin yasak olduğu belirtiliyor. İtalya'daki tüm kutsal mekanlar için bu geçerli. Biz bu nedenle her ihtimale karşı yanımızda uzun pantolon da taşımıştık, üzerimize geçirivermek için. Ama gereksizmiş. En azından erkeklerde dizin hemen üstünde kalan şortlara hiç karışmadılar. Kadınlar ise bellerine ya da omuzlarına büyük bir eşarp bağlayarak girebiliyorlardı. Bir de sırt çantasının büyük olmaması gerekiyor. Onun ölçüsünü kontrol ediyorlar. Aklınızda bulunsun.


Bazilika için çok fazla sıra olmasını bekliyorduk. Biz sabah 11 civarı oradaydık. Sanırım sadece 10-15 dakika bekledik. Düşündüğümüzden kısaydı.


Hem dışı hem içi gerçekten mükemmel. Tavan süslemelerinin yanında fark etmeden üzerine basıp geçtiğiniz mozaikler de ayrı bir güzel. Mutlaka görmenizi tavsiye ederim.


San Marco meydanında çok çeşitli kafeler bulunuyor. Özellikle akşam her bir kafeden gelen müzik seslerinin eşliğinde meydanın daha da hoş olduğu söyleniyor. Biz akşamüstü ayrılırken müzik başlamıştı bile, ama gel git dolayısıyla meydanı hafiften su basmıştı. Venedik'in en alçak bölümlerinin bu kısımlar olduğu ve özellikle bahar aylarında suların oldukça yükselebildiği söyleniyor. Yükselme saatlerine dikkat etmekte fayda var.


Meydanda dikkat etmeniz gereken iki sütun arasından açık denize ve St. Mark's Campanile olarak adlandırılan saat kulesine baktıktan sonra, Torre dell'Orologio altından geçerek arka sokaklara ulaştık.


Daha önce Venedik'te ne yenir diye araştırdığımda karşıma çıkan sokak lezzetlerinden biri olarak ilk hedefimiz taze makarna yapıp, istediğiniz sosla beraber kağıt tabaklarda sunan küçücük bir dükkan olan Dal Moro's oldu. Daracık sokaktaki kuyruktan tek olmadığımızı anladık. Bir tane pesto soslu bir tane de napoliten soslu makarna aldık. Tahminimizden daha pahalıydı, tabak başına 8-10 euro arası ödedik. Ne yazık ki oturacak bir yer olmadığından biraz ötedeki meydanda sıcakta taşlara oturarak yemek zorunda kaldık. Makarnalar bol soslu ve lezzetliydi.


Sonrasında amacımız bir dondurmacı bulmak oldu. Hep olduğu gibi aklımızdaki dondurmacıya giderken yol karıştı, ama adı Gallonetto olan mükemmel başka bir dondurmacı bulduk. Bu sefer anans, çilek, hindistan cevizi ve passion fruit denedik. Yine çok lezzetliydi.


O sırada karşımıza çıkan bir pizzacı çok çekici göründüğünden, daha önemlisi hem oturulacak bar tabureleri hem de tuvaleti bulunduğundan iki dilim de pizza aldık. O an hangi pizzalar varsa makasla keserek veriyorlar size istediğiniz kadar. Buranın sonradan başka dükkanlarını da gördüğümüz Farini adlı bir zincir olduğunu öğrendik. Hamuru oldukça güzel ama doğrusu malzemesi çok az. Daha çok salçalı ekmek yiyor gibi hissediyorsunuz.


Ne yazık ki İtalya'da karşılaştığımız en önemli problemlerden biri tuvalet oldu. Kafelerin çok azında tuvalet var, olanlar da kötü. Genelde kadın/erkek ayrımı yok ve çoğunda klozetin oturulacak kapağı bulunmuyor. Paralı tuvaletler var, ama onlar da çok iyi durumda değil. İyi bir restoranda oturup yemediğiniz sürece ne yazık ki çok sıkıntı yaşıyorsunuz.


Karnımız nihayet doyunca Venedik'in önemli simgelerinden olan Rialto köprüsüne yürüdük. Köprü üzerinde dükkanlar var. Herkes fotoğraf çektirmeye çalıştığı için kalabalık. Biz de fotoğrafımızı çekip Rialto markete yöneldik. Burası hal gibi, özellikle balık ve taze sebzelerin satıldığı bir yermiş. Ama ne yazık ki öğleden sonra gittiğimizde bomboştu. Sanırım sabahları açık oluyor. Hala balık kokusu vardı.


Geri dönerken bu sefer tiramısu yapılan I Tre Mercanti adlı bir dükkan karşımıza çıktı. Klasik tiramisu ve minik cannolilerden denedik. Güzeldi.


Aslında Rialto köprüsünün ayaklarından birinde bulunan T Fondaco Dei Tedeschi adlı mağazanın terasına çıkarak Venedik manzarasını ücretsiz olarak izlemek mümkünmüş. Ancak önceden rezervasyon yapmak gerekiyor. Ben bir hafta öncesinde baktığımda tüm saatler dolmuştu ne yazık ki.


Palazzo Contarini del Bovolo sipiral merdivenlerden yukarı çıkıp biraz olsun yüksekten bakabileceğiniz bir başka lokasyon. Ama ne yazık ki çok yakınından geçmemize rağmen yine dolambaçlı sokaklar nedeniyle kaçırdığımız bir yer.


Venedik'e gelip gondol turu yapmadan dönmek olmaz diye düşündüğümüz için gondola bineceğimiz bir yer aramaya başladık. San Marco meydanı ve Rialto köprüsü civarındakiler genelde en bilinenleri, ama aslında dar kanallarda da binebileceğiniz yerler var. İnternnete Traghetto Santa Maris del Giglio önerilmişti. Oradan bindik. Biraz b]y]k kanala çıkıp sonra aralara girdi. Denildiği gibi daha sakindi ama dar kanallardan geçtiği yerler çok da bir görsel şölen sunmuyordu. Belki Fenice tiyatrosunun hemen yanındaki durak aynı bölge için daha iyi olabilirdi. Academia Bridge, San Polo Church ve Campo del Gheto Novo önerilen diğer durak bölgeleri. Zaten tüm sokaklarda bolca yürüdüğümüzden bizim için önemli olan gondol deneyimini yaşamak oldu, o yüzden bindiğiniz durak aslinda çok da önemli olmayabilir. 4 kişi tek gondola binip toplamda 90 euro ödedik. 120 euro ödeyerek süreyi ve gezdiğiniz alanı artırma imkanınız da varmış. Gondola gece binmek istiyorsanız ücret biraz daha artıyor. En iyi zamanın ise güneş batmadan önce olduğu söyleniyor.


Gondol sonrası geçtiğimiz sokaklardan birinde bir modern sanat galerisi çıktı karşımıza. Ücretsiz gezdiğimiz Studio Aoristico di Matteo Lo Greco adlı bu mekan en hoş deneyimlerimizden biri oldu.


Venedik'e geldiğinizde mutlaka yemeniz gereken bir yemek cicchetti. Dilimlenmiş ekmek üzerine konmuş çeşitli ürünlerden oluşan mezeler. Somebody Feed Phil adlı tv dizisinde önerilen cicchetti mekanı All Arco. Ancak bizim orada bulunduğumuz gün kapalıydı. İnternette bolca adını duyduğum bir başka yer ise Osterio Al Squero idi. Buranın en önemli özelliklerinden biri tam karşısında Squero di San Trovaso olarak adlandırılan bir gondol yapım atölyesinin bulunması. Dışarda kanal yanında çok hoş bir manzarada yemek mümkün. Ama tabağınızdan alıp yemeğinizi kaçıran martılara karşı çok dikkatli olmanız gerekiyormuş. Biz genellikle deniz ürününden yapılan ezmeleri tercih ettik. Baccala Venedik'e özel. Güzeldi ama denildiği gibi muhteşem değildi. Yine de mekan hoş bir deneyim oldu. Yanına içmeniz için öneri ise aperol spritz ve prosecco.


Aslında biraz daha erken gelebilseydik o bölgedeki Basilica Santa Maria della Salute adlı kiliseyi de gezmek istiyorduk, ama biz ulaştığımızda kapanmıştı. Oradan manzarayı izlemek çok hoş olabilirdi ama artık daha fazla gidemeyecek kadar yorgunduk.


Tramvay durağına dönerken son olarak Cannaregio adlı bölgeyi görmek istedik. Aslında o civarda Acqua Alta kitapçısı vardı yine öneriler arasında, ama biz yolu daha fazla uzatmadık.  Gidebilseydik üç tarafı da su olan, ve sadece bot ile ulaşılabilen Tetta palace adlı yeri de görebilecektik. Calle Varisco adlı Venedik'in en dar caddesi de gezdiğimiz çevrede idi, onu göremedik ama yine neredeyse sadece tek kişinin geçebileceği başka dar sokaklardan geçtiğimiz için aynı deneyimi yaşamış olduk.


Cannaregio bölgesindeki restoranlar daha uygun fiyatlı görünüyordu. Akşam yemeği için iyi bir tercih olabilirdi. Daha önceden baktığım öneriler arasında sanırım Fondamenta Cannaregio olarak adlandırılan bölgede bacaro yani kanalda sabit kayıklar üzerinde atıştırmalık yiyebileceğiniz yerler ve kahve için de somebody feed Phil'den Torrefazione Cannaregio vardı.


Biz Jewish Ghetto olarak bilinen bölgenin havasını kabaca geçtiğimiz yol üzerinde yaşayıp, Frito Inn adlı büfeden kızarmış deniz ürünü alıp martılarla paylaştıktan sonra Constitution Bridge adlı cam köprü üzerinden geçip Venedik maceramızı tamamladık.


3. Gün Bolonya


Venedik'ten Roma'ya kadar yolculuğumuzda araba kiralamaya karar vermiştik. Arabayı istasyondan alıp otelden çıkışımız vakit aldığı için Bolonya'ya biraz geç vardık. Diğer şehirlerde de başımıza gelecek park problemini ilk kez orada yaşadık. Tarihi şehirlerin merkezindeki ZTL olarak adlandırılan bir bölgeye o şehrin yerlisi değilseniz araba ile giremiyorsunuz. O bölgenin dışındaki yerlere park etmeniz gerekiyor. Park metreli mavi ile işaretlenmiş bir yer bulup, italyanca komutları Google translate ile çevirip anlayana kadar biraz daha vakit kaybettik. İstasyonun biraz gerisine park ettiğimiz için şehir merkezine yürüyüşümüz yarım saatten biraz fazla sürdü.


Portico olarak adlandırılan tarihi binaların altında üstü kapalı kemerli koridorlardan geçerek ulaştık merkeze. Hiç bitmeyecek sanıyorsunuz. 4 km uzunluğundaymış ve San Luca kilisesine kadar uzanıyormuş meğer şehrin tamamındaki bu tür koridorlar.


Yolda sonradan Cattedrale Metropolitana di San Pietro olduğunu öğrendiğimiz yine mükemmel bir katedral ile karşılaştık. Sonrasında Neptune Fountain'in da bulunduğu Piazza Maggiore adlı büyük meydana ulaştık. San Petronio katedrali ve şehrin simgesi Two Towers da yakın bölgede.


Sonrasında karnımız artık çok acıktığı için yemek yiyebileceğimiz bir yer aradık. İlk hedefimizin önünde kuyruk olunca vazgeçtik ve o bölgede bulduğumuz açık havada masası bulunan bir restorana oturduk.


Bolonya'nın bolonez sosu meşhur. Menülerde görteceğiniz green lasagna ve tagliatelle al ragu bu sosla yapılıyor. Ama kıyma domuz etinden yapılıyormuş. Parmigiano reggiano yani parmesan peyniri ve balsamik sos mutlaka tatmanız gereken buraya özgü lezzetler. Vejeteryan alternatif olarak patlıcanlı Eggplant Parmigiana (Parmigiana di Melanzane) ve balkabaklı ve balsamik soslu pumpkin tortelli önerebileceğim lezzetler. Ve tabii ki tramisu. Tüm İtalya seyahatimizdeki en iyi tiramisu buradaydı.


Sonradan yeniden merak edip önünde kuyruk olan restorana baktık. İçeride taze makarna yapılıyor. Büyük masalarda toplulukla yemek yiyebileceğiniz bir yer. Adı Sfoglia Rina idi. Sanırım günlük menüler var. Osteria dell'Orsa da galiba benzer bir başka mekan.


Quadrilatero adı verilen bölgedeki sokaklarda ise parmesan peyniri ve salam gibi şarküteri ürünlerinşn satıldığı dükkanlardan oluşuyor. O bölgede de yemek alıp hızlıca yiyebileceğiniz yerler bulunuyor.


Park yerine dönerken dünyanın en eski üniversitesi olarak bilinen Bolonya üniversitesinin olduğu sokaklardan geçtik. Dağınık tarihi yapılardan oluşuyor anladığımız kadarıyla. Binaların içine giremedik.


Son olarak istasyon çevresindeki Parco della Montagnola adlı anıt bulunan parkın içinden geçerek Bolonya ziyaretimizi bitirdik.


Modena'daki Ferrari müzesine gitmek istiyordu oğlum. Son anda ancak yetiştik. Müze küçük olduğu için süre yetti. Ama fabrika kapanmıştı. Keşke daha erken gelip fabrikayı da gezebilseydik, sanırım çok daha ilginç olurdu.

















Comments


bottom of page